DiziFilm

Love, Death & Robots 3.Sezon İncelemesi – Rahatsız Edici Şaheserler

Netflix’in en özgün yapımlarının başında Love, Death & Robots serisi yer alıyor. Yaklaşık 10 dakikalık animasyon bölümlerle her epizotta farklı bir hikayeyi anlatan seri, 3. Sezonuyla seyirciyle tekrar buluştu. İnanılmaz bir ilk sezon ve beklentilerin altında kalan 2. Sezonun ardından son sezonun bize istediğimizi verip veremediğini isterseniz bölüm bölüm inceleyelim.

Geçen sezona bir tema verildiğinden bahsetmiştim: Hayat. Bu sezon ise tam tersi bir üst konu ile karşımıza çıkıyor: Ölüm. Bu sezonda rahatsız edici düzeyde kan ve ölüm var. Koca sezonda hayatta kalan tek bir insan dahi yok yanlış görmediysem. Rahatsız edici fakat bir o kadar da merak uyandıran edici bir yolculuk.

Bölüm 1: Three Robots: Exit Strategies

Dizi ilk sezondan aşina olduğumuz 3 robotla sezona başlıyor. Tüm insanlığın kıyamet sonrası yok olduğu bir dünyaya gelen 3 robotun, tüm bu vahşete ve yok oluşa olabildiğince duyarsız kaldığını görüyoruz tekrar. Sanki turistik bir gezi gibi ölen insanları ve yok olan medeniyeti inceliyorlar. Bize büyük anlamlar yüklediğimiz varoluş ve medeniyetimizin aslında ne kadar değersiz olduğunu hissettiriyor bir kez daha. Finalde Mars’a giden ekibin Elon Musk liderliğinde olduğunu düşünen seyirciyi ise küçük bir sürpriz karşılıyor.

Bölüm 2: Bad Travelling

Son günlerde çerez niyetine Karayip Korsanları serisini izlemişken benim için güzel bir denizcilik hikayesi oldu. İyi, kötü ve etik gibi kavramların söz konusu hayatınız olduğunda hiçbir anlamı kalmadığını bize gösteren bölüm, inanılmaz derecede rahatsız edici. Dev bir yengeç tarafından tek tek gaddarca yenen insanlar, küçük iğrenç yüzlerce yavru yengeç, çürümüş bedenler ve bolca kan… İzlemesi yine rahatsız edici bir bölüm. Özellikle ölü insan bedenlerinin yengece yem olarak atıldığı sahnelerde, aslında ne kadar değersiz birer et yığını olduğumuzu tekrar yüzümüze çarpıyor bölüm. Evcil kedinin önüne atılan tavuk eti gibi bir nevi…

Bölüm 3: The Very Pulse of the Machine

Bu sezonda beni en çok etkileyen bölümlerden biriydi açıkçası. Bir kaza sonucu arkadaşını kaybeden ve oksijen tüpü zarar gören astronot Martha’nın, Jupiter’in uydusu Io’da üsse geri dönme çabasını anlatıyor bölüm.

Dev gezegen Jupiter’in yine devasa kırmızı fırtınasının bir göz gibi sizi izlediğini düşünün. Dünyadan milyonlarca kilometre ötede tek başınıza 40 km yürümek zorundasınız ve ölen arkadaşınızın oksijen tüpüne bağımlısınız. Düşüncesi bile korkunç bana sorarsanız.

Bir noktada, kırılan kolunun acısını hissetmemek için ağrı kesici kimyasallar koklamaya başlıyor Martha. Bu kimyasalların ise yan etkileri psikoz, halüsinasyon ve deliryum. İşte o noktada ölen arkadaşının sesini duymaya başlayan Martha, önceleri bunun ilacın yan etkilerinden olduğunu düşünse de finalde beynindeki seslere yeni düşüyor ve kükürt denizine atıyor kendini.

Biz izleyicide neyin gerçek neyin hayal olduğu konusunda büyük bir soru işareti bırakıyor bölüm. Martha’nın duyduğu sesler gerçek miydi yoksa sadece kokladığı ilacın yan etkileri miydi? Jupiter’in uydusu Io, gerçekten bir makine mi yoksa denizleriyle sadece bir toprak yığını mı? Martha deniz içerisinde eriyip gitti mi yoksa sonsuz hayata mı uyandı? Bunların soruların hepsini bize sorup cevaplamayan harika bir bölümdü.

Bölüm 4: Nihgt of the Mini Dead

4 dakikalık çerezlik bir bölüm. Sezonun bence en zayıf halkası.

Bölüm 5: Kill Team Kill

Dev robot bir ayının katliam yaptığı, ölürken bile şaka yapabilen askerlerin olduğu, yine bolca kan ve kopuk uzuv barındıran bir epizot. Açıkçası ortalama bir bölümdü yine. Önceki bölümler gibi tek bir insan dahi hayatta kalamadı, tam bir katliam şöleni!

Bölüm 6: Swarm

Dev uzaylı kolonisinin bu ahengini merak eden insanlık, onu incelemesi için bir bilim insanı gönderir. Ardından özel görev için gönderilen Doktor Simon, kendinden önce gelen araştınmacı Galina’yı ikna ederek bir döllenmiş yumurta çalmaya çalışır. Sürü bunu fark eder ve karşı atak olarak insan gibi düşünebilen bir ZEKA oluşturur. İşte milyonlarca yıldır varlığını ve ahengini sürdürebilen Sürü’nün başarısı ise buradan gelmektedir; Adaptasyon. Sürü, kendine saldıran tüm uzaylı ırklara adapte olup onları birer mutualist parazite çevirmektedir.

İnsan açgözlülüğünü gördüğümüz bölümde, zararsız ve içe kapanık duran bir uzaylı böcek sürüsünün, içine aldığı tüm yaşam formlarını nasıl kendine hizmetçi yaptığını görüyoruz. Uzaylı böceklere hizmet eden köle insanlar, düşüncesi bile dehşet verici…

Bölüm 7: Mason’s Rats

Geçen sezonlardaki çöplüklü bölümün bir benzeri. Yüzlerce ölü fare görmek inanın bir doktor olan benim için bile mide bulandırıcıydı. Çok bir altmetni olmayan bölüm, sezonun zayıf halkalarından.

Bölüm 8: In Vaulted Halls Entombed

Cthulhu mitine gönderme yapan bölüm, görsel başarısı ve çevre tasarımı ile öne çıkıyor. Orada olmamaları için kurulan tüm tuzakları geçmeyi başaran 2 asker, beyinlerine giren Cthulhu’yu serbest bırakmamak için bir mücadele veriyorlar. Finalde ise gözleri yanmış bir biçimde yürüyen asker bize 2 olasılık sunuyor. Ya Cthulhu’nun gözlerine bakmamak için kendini kör etti yahut daha yüksek olasılıkla ona direnemeyip şeytanı serbest bıraktı. Bana ikincisi gibi geldi.

Final Bölümü: Jibaro

İlk sezondaki The Witness bölümü benim izlediğim en başarılı animasyon işlerden biriydi. Hem görsel dili, hem senaryosu hem hikaye anlatımıyla mükemmel bir bölümdü açıkçası. Jibaro ise yine aynı ekipten çıkan bir iş.

Final bölümü olarak bence inanılmaz iyiydi. Çevre tasarımı, karakter tasarımı, senaryosu, sesleri… Bir dizi bölümünden ziyade bir sanat eseri var resmen karşımızda. 15 dakikada ancak bu kadar entelektüel haz verebilirdi bir yapım bana. Benim için hem sezonun en iyisi hem de 3 sezondaki en iyi bölümlerden biriydi Jibaro.

15. Yy’da yeni dünyada altın arayan kolonilerin hikayesiydi bir nevi. Altın uğruna gölleri kana buladılar, güzellikleri yok ettiler. Alt metni bu şekilde olan yapım, kesinlikle izlenmesi gereken bir bölüm olarak resmen parlıyor.

Bir cevap yazın

Ziyaretçi