FilmSinema

Psycho (1960) Film İnceleme

Covid19 salgınından dolayı bugünlerde güzel film fazla çıkmıyor. Özellikle son 6 aydır stüdyolar büyük filmlerini yaz aylarına veya ileriki yıllara erteledi bile. Bu durum benim gibi boş zamanlarında bir şeyler izlemek isteyenleri daha çok eski filmlere yönlendiriyor.

Ben de hazır boşken bayağıdır izleme listemde bulunan 1960 yapımı Alfred Hitchcock klasiği Psycho’yu izleme fırsatı buldum. Hitchcock sinemasıyla tanışmam da bu filmle oldu ve olabilecek en güzel tanışmalardan biri oldu benim için.

FİLM NE ANLATIYOR?

Sevgilisi Sam tarafından borçları yüzünden evlenme hayali sürekli ertelenen Marion Crane, bir gün bankaya yatırması için kendisine verilen 40bin Doları çalar ve sevgilisi Sam’a doğru bir yolculuğa çıkar. Aslında en başından seyirciler olarak bu hikâyenin Marion’un hikayesi olduğu fikrine kapılırız. Onunla doğrudan empati kurup, 40 bin doları çalan basit bir çalışanın heyecanına ortak oluruz. Fakat bastıran yağmurdan dolayı Bates Motel’de mola vermek zorunda kalan Marion’un birkaç saat sonra maskeli birisi tarafından katledilmesiyle seyirci bunun aslında basit bir hırsızlık hikayesinden fazlası olduğunun farkına varıyor.

FREUD PSİKANALİZİNE GİRİŞ

Film, Marion öldükten sonra ‘katil kim?’ tarzına dönse de aslında biraz Agatha Christie hikayelerine aşina birisi için katilin kim olduğu daha en başından kendini belli ediyor. Film, yan binada anne olduğu ve oğlunu kıskandığı için bu cinayeti işlemiş olabileceğini ima etse de daha ismiyle (Psycho-Sapık) izleyiciye devasa bir spoiler verip aslında anne ile oğlunun aynı kişi olduğunu tabir yerindeyse ağzından kaçırıyor.

Aslında ben Hitchcock’un kasıtlı olarak burada büyük bir gizem yaratmadığını düşünüyorum. Bence bu film en başından ne bir hırsızlık hikayesi ne de katil kim hikayesi olarak kurgulanmış. Aslında en baştan Freud Psikanalizini olabildiğince işlemeye odaklanmış. Sevgilisini evlilik vaadiyle sürekli erteleyen bir adam, iyi bir eş adayı için suç işlemeyi göze alan bir kadın, suçluluk psikolojisi ve annesi tarafından psikopat haline getirilen bir adamın iç dünyasında nasıl savaşlar verebileceği… Hepsine baktığımızda ayrı ayrı psikoloji konularında bize küçük pasajlar sunuyor film. Bu da esere en başta mükemmel bir gerçekçilik katıyor ve seyirciye doğrudan empati kurma fırsatı veriyor.

KÜLT FİLM NASIL OLMALI?

Gazeteyi açtınız ve 3. Sayfada şöyle ufacık bir haber gördünüz:

“İşyerinden çaldığı 40 bin lira ile kayıplara karışan kadın bir bataklıkta arabasıyla beraber ölü bulundu. Cinayetten, bir gece önce konakladığı otelin sahibi sorumlu tutuluyor. Otel sahibinin psikolojik problemlerinin de olduğu polisler tarafından belirtildi.”

Bakın okurken size ne kadar sıradan gelen bu haber, Hitchcock tarafından 2 saatte gözünüzü kırpmadan izleyebileceğiniz mükemmel bir eser haline getirilmiş. Bu da bize çağımızın yönetmenlerinin en büyük problemi olan ‘epik film için epik olaylar anlatmalı’ anlayışının ne kadar gereksiz olduğunu gösteriyor. Psycho, devasa olayların milyon dolarlık bütçeyle CGI ve büyük diyaloglarla anlatılarak ‘epik film’ yapılabileceğini düşünen günümüz yönetmenlerine, nasıl birkaç oyuncu iki araba ve 1 otelle ‘kült film’ yapılabileceği dersini veriyor.

Son söz olarak Psycho, film zevkim var diyen herkesin mutlaka izlemesi gereken bir eser. Gerçek bir kült.

Bir cevap yazın

Ziyaretçi