FilmSinema

Fight Club Hakkında Konuşmak-Film İnceleme

Dövüş Kulübü’nün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.

Biz de tüm üyeler gibi ilk kuralı çiğneyerek başlayacağız yazıya. Dövüş Kulübü hakkında konuşacağız.

90’lar – Sinemanın altın yılları

Fight Club’tan önce 90’lar sinemasından bahsetmek istiyorum. Belki de 120 yıllık tarihinde 90’lar kadar parlak bir dönemi olmamıştır sinemanın. Bu asırlık tarihin en özgün ve kaliteli eserlerinin belki de yarısından fazlası, bu 10 yıllık periyotta ortaya çıkmıştır muhtemelen. Kuzuların Sessizliği, Matrix, Pulp Fiction, Esaretin Bedeli, Forrest Gump ve daha aklıma gelmeyen bir sürü efsane yapımın hepsi bu 10 yılda girdi hayatımıza.

Görsel efektlerin senaryonun önüne geçmediği, sadece birkaç milyon dolara kült filmlerin ortaya çıktığı, Oscar Ödüllerinin gerçekten bir ehemmiyetinin olduğu zamanlar bunlar. Ayrıca Tarantino, Fincher gibi dâhileri de bize kazandırdı bu yıllar. Fincher’i geniş topluluklara tanıtan filmden bahsedelim biraz da, Fight Club’tan.

Modern Dünyayı Eleştiren Modern Dünya Kültü

Biz kimiz? Bizler İkea mobilya alıp Starbucks’tan kahve içebilmeye tüm ömrünü adayan modern köleleriz. Tuvalet kağıdımız bile marka olmalı, çünkü kendi varlığımız ancak büyük markaların desteğiyle değer bulabilir.

Fight Club aslında tamamen bu modern dünya eleştirisi üzerine kurulmuş bir yapım. Tüm varlığı oturma odasındaki Ikea mobilyalar olan bir beyaz yakalının bu hayattan kaçış yolculuğu üzerine kurulmuş film. Yine acımasızca eleştirdiği geniş topluluk tarafından yüce bir eser olarak görülmesi de gayet rahatsız edici bir tezat.

Sizler özel değilsiniz, sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz, sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz, sizler iç çamaşırı değilsiniz, sizler her şey gibi çürüyen birer organik maddesiniz… Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden yeri geldiğinde dalga geçen yeri geldiğinde gülüp geçen pislikleriyiz.

-Tyler Durden

Son noktaya kadar sıkıştığınızı düşünün. Her şeyin üzerinize geldiği, hayatın bir manasının kalmadığı ve her günün bir öncekinin birebir aynı olduğunu hayal edin. Bir süre sonra uykusuzluk baş gösterir, sonra masif depresyon. Sonra ya aklınızı kaybedersiniz ya da hayatınıza son vermek istersiniz. Metropollerde yaşayıp bu döngüye girmeyen beyaz yakalı çok yoktur sanırım. İşte bu döngünün son aşamasında başlıyor film. Biz ‘anlatıcı’ olarak tanıyoruz onu, o bazen Jack diyor kendine. İsmini bilmiyoruz açıkçası, çünkü Fight Clup’ta ölmediğiniz sürece isminizin bir önemi yok.

İşte kendi psikolojik döngüsünün sonundaki Jack, ne yapsa hayatına bir anlam katamıyor ve sonunda aklını yitirmek üzereyken Tyler Durden ile tanışıyor. Ya da aklını kaybediyor ve asla Tyler Durden ile tanışmıyor. Bunun da pek bir önemi yok açıkçası.

Aslında Her Şey Rüyaymış

İlk roman Cervantes’in 17. yüzyılda yazdığı Don Kişot olarak bilinir. Don Kişot’tan beri edebiyatta sıkça başvurulan bir taktiktir bu: aslında her şey rüyaymış. Yazar, Fight Club’ta da bu oldukça eski taktiğe başvuruyor. Tüm senaryo bize yer yer ipucu verse de Tyler’ın aslında Jack ile aynı kişi olduğunu finalde bir anda seyirciye açıklıyor. Yukarıda da dediğim gibi, kapana kısılan insanın son direniş noktası akıl sağlığı olur. Jack o kadar büyük bir boşluktaydı ki bir noktada farkında olmadan kendine ikinci bir kimlik inşa etti. Kendinin tam zıttında bulunan bu kimliğe Tyler ismini verdi ve kendi kendine büyük planlar kurdu. İnsan psikolojisi böyledir, bazen kendinizin bile bilmediği sırlar saklarsınız. Tyler da büyük planlarından Jack’a asla bahsetmedi, o kendi anlayana kadar.

Artılar ve Eksiler

Dövüş Kulübü 400 yıllık bir senaryo anlatısı üzerine kurulmuş demiştim. ‘Her şeyin rüya olması’ eğer doğru kullanırsanız seyircide vurucu etki bırakabilir fakat tersi durumda büyük mantık hataları çıkabilir karşımıza.

Aslında yer yer bu yapımda da mantık hataları bulunuyor. Örneğin beraber olduğu Marla’nın bir kez bile olanları sorgulamaması, eh işte dedirtiyor. Aynı zamanda kulübün üyelerinin de sürekli farklı davranan bir lideri doğrudan benimsemesi çok gerçekçi değil. Teknik olarak bakarsak bazı sahneleri ‘aslında aynı kişilermiş’ olarak düşündüğümüzde kafamızda mantıklı bir görüntü canlanmıyor.

Diğer yandan bence en büyük eksikleri filme bir toplum eleştirisi olarak bakarsak görüyoruz. Sadece tek şehirde bulunan bir takım banka binasını patlatmakla tüm dünyaya yayılmış kapitalizm imparatorluğunu yıkacaksınız öyle mi? Beni ikna edemedi. Bir anda kulübün tüm ülkeye yayılıp o aşamaya kadar asla polislerin dikkatini çekmemeleri de aklımda kalan başka bir senaryo açığı.

Artılar ve eksileri topladığımızda; sert bir toplum eleştirisi yaparken zaman zaman çizgisinden sapan, aynı anda çok şey anlatmaya çalışırken konuya tam odaklayamayan fakat anlatabildiklerini son derece artistik biçimde bize aktaran bir yapım görüyoruz. Fight Club ikonik ve özgün diyebileceğimiz bir yapım ama kesinlikle büyük senaryo eksikleri de bulunuyor. Son olarak çok sert kapitalizm eleştirisi yapan Fight Club’un kaç milyar dolarlık bardak, poster, yastık, tshirt sattığından haberiniz var mı? Bence olmalı, çünkü kapitalizmin başarısı kendisini eleştirmekten bile para kazanmayı becerebilmesinde gizli.

Bir cevap yazın

Ziyaretçi